//-->

az para bol paris

Az para, bol Paris


Eyfel Kulesi’nden nefret ettiğini her fırsatta dile getiren Fransız yazar Guy de Maupassant, sık sık kulenin içindeki kafede otururken görülür. Bu kadar nefret ettiği bir yerde ne işi olduğunu soranlara verdiği cevap ise manidardır:
“Bu lanet demir yığınını Paris’te görmediğim tek yer burası.” Maupassant’ın sözünü ettiği demir yığını, her yıl milyonlarca turisti kendisine çekiyor. Kimileri romantik bir balayı için, kimileri de ‘Ben Paris’teyken...’ diye başlayan cümleler kurmak için kente akın ediyor. Bir de esprilere de sıkça konu olan ‘öğle yemeğini Paris’te yiyen’ bir kesim var ki biz onlara hiç değinmeyip aslında çok da masrafa girmeden bir Paris turu nasıl yapılır onu anlatalım dedik. Öğrenci usulü gezi planımızda Eyfel Kulesi’ne yürüyerek çıkmak da var, Paris sokaklarını tabana kuvvet arşınlamak da. Sokak ressamlarıyla pazarlık yapmak da var, en ucuz hediyelik eşyaların adresi de. Bu durumu bizzat yaşayan kişiler olarak işte size bazı tüyolar. Bu ekonomik gezi planı için sesimize kulak verin...

“Fransa’ya ne kadar kızsam Paris’e kötü gözle bakamam; çocukluğumdan beri yüreğim ona bağlıdır. Sonradan başka güzel şehirler gördükçe, onun güzelliğine daha derin bir sevgiyle bağlandım…” Montaigne, Paris sevgisini bu cümlelerle döker kâğıtlara. Bir başka Paris âşığı Tolstoy ise Rusya’daki bir arkadaşına yazdığı mektubunda der ki: “Azizim, bu şehir ne zaman benim üzerimde tesir etmez hale gelecektir.” Anlayacağınız sevdalısı çoktur Paris’in… Kâh bir edebiyatçının kaleminin ucunda, kâh bir televizyon dizisinde çıkıverir karşımıza. Hatta bir rivayete göre Paris yazısı yazmadan köşe yazarı da olunmazmış!. İnanmak mümkün. Zira entelektüellerin ve sanatkârların şehri deniliyor kendisine. Paris’i gezdikten sonra anladık ki şehir her gezene ayrı bir ilham veriyor olmalı. Köşe yazarı olmak gibi bir derdimiz olmasa da bu büyüleyici şehri yazmak bizim de içimizden geldi…

Sözümüz “Biz Paris’teyken...” diye başlayan cümleler kuranlara ya da ‘Öğlen yemeğinde Paris’teydik’ diyen kesime değil. Öğrenciyseniz veya kısıtlı parayla Paris’i görmek niyetindeyseniz bu ekonomik gezi planı için sesimize kulak verin…

Güneşli bir yaz gününün sabahında sırtımızda 15 kiloluk çantalarla Gare de’l Est tren istasyonundayız. Bildiğimiz bileceğimiz en güzel tren garı Sirkeci olunca Paris’in 5 tren garından biri olan ‘Doğu Garı’nı görmek ilk şaşkınlığımız oluyor. Havaalanı büyüklüğünde, onlarca mağaza ve restoranlardan oluşan garı biraz da kıskanç bakışlarla inceledikten sonra gezi planımızın ilk etabı başlıyor. Sırtımızdaki yükten kurtulmak için gar içindeki emanet bürolarının yolunu tutuyoruz. Emanet bürolarına küçük boy çantaları 4,50; orta boyları 7, büyük boy çantaları da 9,50 Euro’ya 24 saat bırakmak mümkün. Sıra kenti dolaşırken bize rehberlik edecek olan şehir haritasını bulmaya geldi. Onun için de adres ‘turist masaları’. Tüm gezi mekanlarının resimlerinin de olduğu haritayı alıp yola koyuluyoruz. Paris sokaklarındayız… ‘Fransızlar, İngilizce konuşmaz’ klişesinin bir şehir efsanesi olmadığını anlamak zaman almıyor. Kenti gezmek için İngilizce bilmeye gerek yok. Bilseniz de pek bir şey fark etmiyor zira. İngilizce sorduğunuz her soruya Fransızca cevap alıyorsunuz! Fransızca bilmemenize rağmen garip bir şekilde anlaşabiliyorsunuz da üstelik.

Devrin entelektüelleri tarafından estetik bulunmayarak kıyasıya eleştirilen, bugün ise dünya mimarisinin en güzel eseri kabul edilen Eyfel’deyiz. Maupassant, havanın kararmasıyla birlikte başlayan ışık şölenini görse, fikrini değiştirir miydi bilinmez ama ellerinde makineleriyle karşılarında duran ışıl ışıl kuleyi görüntülemek isteyen turistler, hallerinden oldukça memnun görünüyor. Üstelik ‘Demir Bayan’ bugünlerde turistlerin karşısında AB makyajıyla çıkıyor. Fransa’nın AB dönem başkanı olması hasebiyle ışıklandırma daha da etkileyici. AB’yi temsil eden yıldızlarla süslenen kule, parlament mavisine bürünüyor.

300 metre yüksekliğindeki kulenin 1792 basamağını yürüyerek çıkmak değil de dört ayağında oluşan metrelerce bilet kuyruğu korkuttu gözümüzü. Neyse ki 40 dakikalık bir beklemenin ardından gişe önündeydik. Eyfel’in 2. katına kadar yürüyerek çıkmak 4,20 Euro, asansörle 8,40 Euro. Kulenin en üstüne çıkmanın toplam maliyeti ise 11 Euro. Biz yürüyerek çıkıyoruz ‘Demir Bayan’a. İkinci kattan da oldukça net Paris’in görüntüsü.

Eyfel’den indikten sonra yapacağınız ilk iş, köprüden karşıya geçerek kulenin en güzel fotoğraflandığı Trocadero’ya yürümek. Yönünüzü elinde makineleri ile Paris anılarını ölümsüzleştirmek için sağa sola koşuşturan insanlara çevirmeniz yeterli. Bu arada köprü üzerinden geçerken Seine nehri üzerinde yapılan tekne turlarını fark edeceksiniz. 12 Euro verdiğiniz ‘boat pass ticket’ ile gün boyu teknelere binebilirsiniz. Tura para vermek istemeyenlere ise nehir kenarında uzun yürüyüşler yapmanın da bir o kadar keyifli olduğunu hatırlatalım.

Otoban kenarları dahil gördüğü her yeşillikte piknik yapmayı seven Türk halkı için Efyel’in altında piknik yapmayı hatırlatmaya gerek bile yok! Karnınızı Fransızların meşhur baget ekmeği ve yine meşhur peynirlerinden yapılacak bir sandviç ile doyurabilirsiniz.

İkinci durağımız Quasimodo’nun evi Notre Dame kilisesi. Yapımına 12. yüzyılda başlanan ve 200 yılda biten kiliseye geldiğinizde gerçek Paris’e gelmişsiniz demektir. Çünkü Paris, ilk olarak bu adada ‘Ile de la Cite’de kurulmuş. Kiliseye giriş ücretsiz ancak 387 basamak tırmanır, üzerine de 7,50 Euro veririm derseniz 13 tonluk Emmanuel Çanı’nı da görebilirsiniz.

Paris’in dünyaca ünlü sanat mekanları ve tiyatrolarına gidemezseniz üzülmeyin. Burası, sokaklarıyla yaşayan bir şehir. Bir yanda etrafını saran kalabalığa yeteneğini sergileyen komedyenler, diğer yanda fırçasını konuşturan ressamlar. Voltaire, Rousseau, Emile Zola, Marie Pierre, Victor Hugo, Sartre, Diderot, Balzac ve daha nicelerinin isimleri kâh sokak tabelalarında kâh metro istasyonlarında yazılı.

Yolu Paris’e düşenlerin görmesi gereken mekanlardan bir diğeri Louvre Müzesi’ndeyiz. Bugün dünyanın en çok gezilen müzesi olan Louvre, sanatkâr Parislilere ne çok şey borçlu. Daha müze girişindeki Mısır piramitlerini andıran 21 metre boyundaki cam piramit aklınızı başınızdan almaya yetiyor. İçeride neler göreceğinizi varın siz tahmin edin. Mezopotamya, Eski İran, Doğu Akdeniz’i kapsayan Eski Yakın Doğu eserleri, ilk Babil kralı Hammurabi kanunlarının yazılı olduğu heykel ve hiç kuşkusuz müzenin en çok ilgi çeken eseri Leonardo da Vinci’nin tablosu Mona Lisa… Giriş ücretinin 9 Euro olduğunu, her bölümü gezmek için 3-4 gün ayrılması gerektiğini hatırlatıyor ve rotamızı Paris’in tek yokuşlu yolunun sonunda ulaşacağınız Sacre Coeure Kilisesi’ne çeviriyoruz.

Paris’in tek tepesini oluşturan Monmartre üzerine oturtulmuş bembeyaz bazilika, eşsiz bir manzara sunuyor. Tekrar aşağıya inmek için geçeceğiniz sanatçılar sokağı ise gezinizin en eğlenceli kısmını oluşturacak nitelikte. Turistlerin portrelerini birbirleriyle yarışırcasına çizen ‘jet ressamlar’ ve cıvıl cıvıl hediyelik eşya dükkanları, pazarlık yapmaya oldukça müsait. Portre başına 40 Euro isteyen ressamları 20 Euro’ya ikna etmenin çok da zor olmadığını söylemekte fayda var.

Paris oldukça düz bir kent ve yürüyerek dolaşmaya müsait. Tabii dünyanın en büyük ve en eskilerinden biri olan metrosunu da unutmamak lazım. Başta çok karışık görünse de tabelalar doğru takip edildiğinde kaybolunması çok zor. Ayrıca bulmaca gibi, çözmesi çok eğlenceli. Toplu taşıma kullanacaklara bir tavsiye. 5 Euro verip günlük kart alın.

Son durağımız, dünyanın en geniş caddesi Champs Ellysees’e doğru yola koyuluyoruz. Eyfel’i arkanıza, Trocadero’yu solunuza alıp bir müddet yukarı sonra devamlı sağa doğru yapacağınız çok da uzun olmayan yürüyüşün sonunda, Zafer Takı ile karşılaşırsınız. Napolyon’un zaferlerini kutlamak üzere yapılmış bu anıt, Eyfel kadar olmasa da kentin önemli sembollerinden biri. Ve artık Champs Ellysees görünmüştür. Dünyanın en ünlü markalarına ait mağazaların ve çeşit çeşit kafelerin bulunduğu Şanzelize’ye gidip alışveriş yapmamak ya da bir kahve içmeden dönmek olmaz, dediğinizi duyar gibiyiz. Ama o kadar heveslenmeyin. Herkesin harcı değil burada alışveriş yapmak. Biz de Arnavut kaldırımlarını arşınlayıp ışıltılı vitrinlerine bakmakla yetiniyoruz. Paris ile özdeşleşen parfümlerden satın alamasanız da denemek bedava. Mağazalara girip denemek mümkün ama fazla karıştırmamakta fayda var!

Paris’ten eli boş dönmek de olmaz tabii. Hemen her sokakta parmaklarına dizdikleri Eyfel anahtarlıklarının 4 tanesini 1 Euro’ya satan Afrikalıları yakalamaya bakın. Zira polisten kaçmaya çalıştıkları için alışverişin alış ya da veriş kısmı sekteye uğrayabiliyor. Fiyatı 7,50 Euro’dan başlayıp 20 Euro’ya kadar çıkan Eyfel’li çantalardan alabilirsiniz ama bizce en uygunu aklınızdan çıkmayacağından emin olduğumuz şehri gözünüzden de bir an olsun ayırmamak için bir kartpostal alıp odanızın bir köşesine asmak...
DİLEK HAYIRLI - ZEYNEP KILIÇ

 
bugün 1 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol